Issız Şehir Selanik

Otelimizi şehrin merkezine çok yakın bir otel. Antik parkın karşısında. 1924’te yapılmış ve güzel restore edilmiş bir otel. Otel görevlileri sıcakkanlı ve bilgi verici.

Para Birimi: EuroOtelimiz : Orestias Kastorias
Kalış Süresi: 2 gün

Selanik bizim için çok önemli bir yer. Burası hem Türkiye’nin kurtarıcısı Ata’ mızın ve Türkçenin büyük şairi Nazım Hikmet'in doğduğu topraklar. .. Osmanlı burayı 1430 yılında fetih etmiş. Anadolu'dan gelen Türkler yerleştirilmiş.1912 Balkan Savaşı'nda yaşanılan hüsran, Osmanlı'nın İstanbul'dan sonra ikinci büyük şehri Selanik'te çeşitli acı olaylara neden olmuş. Yunan Ordusuna direniş göstermeden teslim olan, 25 bin kişilik Osmanlı Ordusu, Selanik'teki Türklerin, Müslümanların, Yunanlılar tarafından katledilmesine sebebiyet vermiştir. Selanik Türküsü "Bir fırtına tuttu beni, deryaya kardı" der, insanı derinden yaralayan sözleriyle.. Sevgili Atamız, 10.Yıl Nutku'nda "Keşke Selanik'i de Misak-ı Milli Sınırları içine alabilseydik" demiş, demek ki onun içinde buranın önemi çok büyükmüş.

Selanik’teki otel odamızda kısa bir istirahat ve yerleşmeden sonra yürüyerek otelin karşısındaki parkın içinden Selanik deniz kenarına kadar yürüdük.

Yürürken devamlı ağzıma takılan diğer türkü de şuydu.

“Selanik, Seeelaaaanik, Issız kalasın,
Taşını toprağına bile dostlar diken dolasın
Sen de benim gibi yarsız kalasın
Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı götür yare ver
Selanik içinde selam okunur
Selamın sedası cana dokunur
Gelin olanlara kına yakılır

Neydi bu şarkıyı yazdıracak yürek burkan hikaye?

Selanik’te bir kumaşçı Rüstem ağa varmış. Bu Rüstem ağa hep oğlu olsun istiyormuş. İstiyormuş emme velakin Yaradan ona devamlı kız çocuğu veriyormuş. Bu kızlarından en küçüğü Fitnat’ı iyi biriyle evlendirmek istemiş. İyi biri olursa artık dükkanını da ona teslim edecekmiş. Sonra günün birinde Mazganla’lı bir delikanlının yolu buraya düşmüş. Adı Mehmet’miş. Hikaye bayağı uzun ama ben size kısaca anlatacağım. Mehmet’i seven Rüstem ağa dükkanını ona teslim etmiş. Bakmış dükkanı güzel idare ediyor, içinden de kızını bu gence vermek istemiş. Aslında gençlerde birbirini sevmişler. Tam düğün yapacakları sırada Selanik’i kasıp kavuran Kolera hastalığı Fitnat’ı da bulmuş. Herkes düğün heyecanı zannetmiş ama kız gün geçtikçe eriyip solmuş, Hastalığın pençesinden kurtulamayıp iki genç kavuşamadan ölmüş. Rüstem ağa bu duyguyla şarkının ilk bölümlerini söylemiş, Mehmet’de “Selanik Selanik, ıssız kalasın, yarsız kalasın” demiş ve bu hazin şarkı böyle başlamış.

Issız kaldı Selanik çok geçmeden, İnsanlar kimliklerini alarak ayrıldı bu şehirden. Gittiği yerlerde Selanikli göçmen olarak anıldılar. Kimliklerini kabul ettirmek için.

Selanikte artık ne Rüstem ağanın dükkanını bilen biri, ne Hortacı Camiini, ne Mazganlılı Mehmet ile Fitnat’ı, ne de onların garip sevdasını bilen biri kalmadı.

Burada bu hikayeyi yazarak gerek Türkiye’den göçen Rumların, gerekse buradan Türkiye’ye göçenlerin geçirdikleri mübadele zamanındaki acı duyguları da hissetmeden edemedim.

Selanik’in caddeleri oldukça geniş. Avrupa birliğine girmiş bir ülke olarak caddelerdeki çöp bidonlarının yığılı olması çok şaşırtıcı. Çöplerin yanından geçerken yığılı çöpler çok pis kokuyor. Akşam sahilden, Beyaz Kuleye kadar yürüdük. Sahil boyunca tıpkı bizim sahillerimiz gibi yoğun satıcı vardı. Ayrıca zenciler sanki İstanbul’dan da yoğun bir şekilde satış yapıyorlardı. Birden zabıta gelince hepsi torbalarını toplayarak çil yavrusu gibi dağıldılar. Yunanlılar da tıpkı bizim gibi satıcılara yardım ediyorlardı.

Akşam yemeğimizi Mc Donalds ta yaptık. Kızımın isteği üzerine.. Ama burası bayağı pahalı . Zaten normalde McDonalds’lar Türkiye de pahalı ama Euroyu Türk parasına çevirince Makedonya’da bir Restaurant’ta yediğimiz ücreti burada ödedik.

Neyse doyduk ya. Allaha şükür önemli olan budur diye Selanik gece turumuzu tamamladık. Sabah otelde kahvaltı olmayacağı için sabah kahvaltı yapacağımız mekânı da tespit ederek otelimize döndük.

Ertesi gün, bir tam günümüz olduğundan bugün Atatürk’ün eviyle gezimize başlamak istiyoruz..

Sabah kalktığımızda, Selanik böreğinin meşhur olduğunu bildiğimizden önce birer dilim börek ve çay içelim dedik. Çay bulamayınca hadi kahve olsun dedik ama pişman olduk. Burada herkesin elinde uzunca bardaklarda köpüklü kahve gibi bir şey içiyorlardı. Meğer o buzlu kahveymiş. Böreklerimizi bir bankta yedik ama kahveleri çöpe attık.

Karnımızı da doyurduktan sonra Atatürk’ün doğduğu eve gittik.

İşte yıllardır kitaplarda resmini gördüğümüz pembe boyalı ev karşımızda idi. Bahçesi Türk Konsolosluğu...

Atatürk’ün doğduğu ev konusunda, farklı görüşler mevcutmuş. Bunlardan birincisi, Atatürk’ün Ahmet Subaşı Mahallesi’nde bir evde doğduğuna dair, ikinci de müze olarak kullanılan Islahane Semti (Aya Dimitri Mahallesi Apostolu Pavlu Caddesi Numara 75)’ndeki bu ev.

Selanik Belediye Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. Yılı münasebeti ile 1933’te aldığı bir kararla, Atatürk’ün doğduğu evi kendisine hediye etmiş, Atatürk, kendisine verilen bu evin müze haline getirilmesini istemiş.. 10 Kasım 1953’te bir törenle “Selanik Atatürk Evi Müzesi” adı ile ziyaretçilere açılmış.

Ama bizim müzede anımız biraz kötü başladı. Bir ziyaretçi topluluğu çıkınca görevli yeni ziyaretçilerle sizi alacağım dedi ve gitti. Biz bahçede beklemeye başladık. 45 dakika bekledik. Herhalde öğle tatili olabilir diye tolerans göstererek saat 13,05 de dayanamayarak kapıyı çaldık. Etrafta kameralar olmasına rağmen, bizi gördüklerine emin olsak ta kimse açmadı.. Sonra konsolosluk görevlilerine gidip şikâyetimizi anlatınca bir görevli geldi. 45 dakikadır boş yere beklediğimizi söylediğimizde ise, daha 15 dakika olmuş beklemeniz, diye özrü kabahatinden büyük bir cevap verdi.

Sonra fotoğraf makinemizdeki ilk çektiğimiz fotoğrafın saatini kendisine gösterdiğimizde haklısınız dedi ve özür dileyerek kapıyı açtı.
Bizde, Balkan topraklarını gezerken kapalı camiler ve müzeler Türkiye’den geliyoruz deyince açıldı da, bu Türk toprağındaki müzede niçin bekletiliyoruz diye sorduğumuzda bir yere telefon açılarak güya fırça attı.

Burası da Türkiye. Bürokrasi olur gibi boş laflar etti. Biz neden bekletildiğimizi anlamadan hevesle geldiğimiz yere, sinirle girebildik.
Müze o tarihlerden bu yana orijinal değilmiş tabi.. Çünkü Balkan harbi geçirmiş. 10 yıl kadar bir Rum ailede kalmış. Sonra Selanik Belediyesi satın alarak bu evi Atatürk’e hediye etmiş..

Odalarında resim çekildik. Atatürk bu evde 10 yaşına kadar devamlı olmayacak şekilde yaşamış. Türkiye Cumhuriyetimiz Kurucusu Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu evin ziyaretinden sonra biraz otelde dinlendik. Çünkü otelimiz bu eve yürüme yolu mesafesinde idi.

Dinlenmeden sonra parkın içinden geçerek meydandaki kapalı çarşısına gideceğiz.

Kapalıçarşı kısmına saat 15.00 civarı gittiğimizde dükkânların kapandığını gördük. Meğerse buralarda çarşılar sabahları açık oluyor. Saat üçten sonra çarşıları açık zor görüyorsunuz. Tek tük dükkânlar açık. Kapalıçarşı ve Eminönü çevresindeki çarşıları yaz günü niye akşam altı ve yedi civarı kapatırlar diye söylenirdim. Haksızlık ediyormuşum. Bir daha hiç söylenmeyeceğim. Buralarda esnaf rahat vallahi. Benim Türkiye’mdeki esnafım, garsonum, işçi, memurum daha çok çalışıyormuş meğer. Daha az para alıp, daha çok çalışıyorlar.. Nerde bu devlet, nerde bu millet… Biraz politik bir konuşmadan sonra yine dönelim gezimize. Sahilden Beyaz kuleye kadar yürüyerek gündüz gözüyle resimler çektik. Beyaz Kule Selanik’in simgesi. Beyaz Kule’ye kadar uzanan sahil yolu tıpkı İzmir’in Kordon’u. Beyaz Kule savaşlarda şehrin korunması için Osmanlılar tarafından Yunanlılara verilmiş. Ama yunanlılar sözlerini sadık kalmayarak burada Türkleri katledip, kuleyi vaftiz ediyoruz diye beyaz’a boyamışlar. Adı da buradan gelmiş. Yıllar sonra kulenin rengi tekrar eski rengini almış.

Sonra minaresi yıkılmış camiyi görmüştük. Oraya gittik.. Cami önce Hıristiyanlar da kilise imiş, sonra sanki yanına ilave minare yapmışlar. Onlarda tekrar yıkıp kiliseye döndürmüşler bir döngü içinde yıkılıp durmuş. Adı Rotonda. 4. yüzyılda Roma İmparatoru Galerius tarafından çok tanrılı bir mabet olarak inşa edilmiş. Daha sonra, Bizans İmparatoru Konstantin burayı Selanik'in ilk kilisesi olarak düzenlemiş. Osmanlı egemenliği sırasında da camiye çevrilmiş. Balkan Savaşları'ndan sonra tekrar kilise olarak kullanılmış ancak 1978'deki depremden sonra müze olarak kullanılmaya başlanmış.

Akşam yemeği için; gündüz keşfettiğimiz güzel bir yerde, Selanik’in Restaurantların bulunduğu kısmında balık yiyelim dedik. Görüntüsü güzel balık filetolar vardı. Kapısında da 1940’dan beri diye bir amblem olan bir restaurant vardı. Meşhur bir yer belli. Sunumu çok beğendik. Oğlum hatta espri yaptı. 1940’dan beriymiş. Balıklar bayattır diye.

Ama ne bilelim erkenden kapanacağını, Akşam yemek saati bir geldik kapı duvar. Balık bitince mi kapatıyor. Yoksa belli bir saat mi var anlayamadık. Tevfik Fikret’in “Bugün açız yine evlatlarım, diyordu peder, Bugün açız yine; lakin yarın, ümid ederim” şiirini okuyarak yemek yiyeceğimiz yeni bir yer aramaya başladık. Mcdonald tarzı bir fastfood’cuda patates ve tavuk sandviç yedik. Burada yediğimiz tad Mcdonald’dan daha güzel. Goodys isimli bir fastfoodcu.

Sabah eşyalarımızı arabaya yükledikten sonra, meşhur Selanik böreği yiyerek kahvaltımızı yapalım diye otele yakın bir börekçide oturduk. Çay ve börek yedik ve Seres’e doğru yola çıkmak üzere arabamıza yöneldik.

Selanik bana gayet sıcak bir yer geldi. Selanik’ten genel izlenimlerim işe şöyle; ilk görüşte isyankar bir halka sahip gibi . Her yer asi yazılarla dolu. Oturaklar, tabelalar yol kenarları. Sahilde bir sürü insanlar isyan duygularını pankarta yazarak asmışlar. Hatta birinde “Turistlere Not. Bu ülkede özgür değiliz” yazıyordu. Ama Selanikliler, yeme kültürleri, tavırları tıpkı bir Türk gibi. Hepimiz Adem ile Havva’dan geldik te bu kavga ne diyeee.. Hepimiiiiiiiz kardeşiizzzzz.. diye yanık bir Mahsun Kırmızıgül türküsü size…

Tüm balkanlarda gördüğümüz bir ortak özellik. Ölen kişiler resimleriyle birlikte yollardaki elektrik direklerine asılıyordu. Mesela Anjelik teyzenin öldüğünü böylece öğrendik. Toprağı bol olsun. Tanımasak ta bildik yani..

Selanik böreğinin meşhur olduğunu hemen anlıyorsunuz. Yani Manastırdaki gibi fasulye meşhur denip hiçbir yerde fasulye görmeme gibi bir durum yok.

Şimdi Seres’e doğru ilerliyoruz. Türkiye’ye dönüş günümüz. Burayı sadece arabayla turlayacağız. Nedeni de Tayfun’un dedelerinin geldiği yermiş. Seres’liyim derler diye şöyle bir bakıp çıkacağız.

Seres’de pek bir şey yokmuş. Sadece arabayla şehri gezdik. Sırasıyla sınıra kadar yolumuzun üstünde olan Kavala’ya tekrar girip Lidl markete uğradık biraz alışveriş yaptık.

Draman’ın içine girip şöyle bir şehri turladık. Draman’ın içinde yaparlar Pazar, Kızlara yakışır şal ile şalvar türküsünü biraz mırıldandık. Arif Şentürk okurdu bu şarkıyı her zaman. Balkanlar türkü yönünden pek bir zengin. Vardar ovası şarkısı, Selanik şarkısı, Manastırın ortasında havuz, Draman bizim bildiğimiz şarkılardan. En son olarak ta İskeçe’ye uğrayarak son Türk şehrini de böylece bitirmiş olduk.
Benzin istasyonundan su alırken görevlinin Türkçe konuşması da yine şaşırttı. Balkanlarda biz bu şaşkınlığı yaşadık. İnsan kimin Türkçe bilip bilmediğine şaşırıyor. Hatta Üsküp’de Balkan Üniversitesine girdiğimiz de Rektör bize böyle bir hikaye anlatmıştı. Türkiye’den gelen misafirleri karşılamaya giden şoför havaalanında Türkçe konuşunca misafirler Aaa Türkçe konuşuyor diyormuş. Hocam bunlar niye şaşırıyorlar, biz zaten Türküz demiş . Aynı olayı bizde çok yaptık. Türkçe konuşanları duyunca hemen kulak kabartıyorduk. Kendi topraklarının dışında Türkçeyi duymak çok zevk veriyor insana…

SONSÖZ

Balkanlarda yıllardır kardeş yaşayan insanlar, niye böyle bir savaşa maruz kalmış diye düşünürken aslında bir arada yaşadığımız Türk ve Kürtlerinde böyle bir çekişmede olduğunu Diyarbakır’daki şehit haberleriyle bir kez daha hatırladık.
Burada özellikle Kosova’da barışı ve güvenliği sağlayan Türk Silahlı Kuvvetlerinin hala bizim ülkemizde neden barışı sağlamadığını düşünmeden edemedik.

Derin bir iç geçirerek tekrar Balkanlara gelecek olursak;

Her zaman söylediğim bir söz vardır. “Şu Avusturyalı Anzaklar ne kadar vefakar. Tanımasalar da her yıl Çanakkale’ye dedelerinin şehit olduğu yere geliyor” derim.

Sizlerde bu vefakârlığı göstererek Balkanlara, dedelerimizin savaştıkları toprakları görmeye gidin. İnanın pişman olmayacaksınız.
Balkanlara gitmeden önce kendilerini tanımasak ta bize rehberlik eden Balkan turu gezginlerine, yazdıkları yazılarından dolayı teşekkür ederim. Öncelikle Nermin-Ferhat Şirin çiftine, motosikletli çifte ve Balkan turuyla tura giden bütün evliya çelebi ruhlulara teşekkür ediyorum, aldıkları notlarla bize yol gösterdikleri için.

Bu geziden bir sürü merak ettiğim bilgilerle döndüm. Gezip gördüğüm yerleri önceden okusam da, dönünce tekrar internetten araştırmalarla yeniden daha bilgili olarak okuyacağım. Mesela Ayşe Kulin’in Sevdalinka eserini okuyacağım. Balkanlarla ilgili roman ve hikâyeleri tekrar okuyacağım ve Elveda Rumeli’yi bir kere daha izleyeceğim. Leyla isimli romanı yolda okusam da bir kez de gezip kültürünü gördüğüm insanlarla nitelendirmek için bir kez daha okuyacağım. İnternetten yol boyunca kafamda not ettiğim yerleri bir kere daha okuyacağım. Anlayacağınız bir sürü ev ödevim var. Balkan turu gerçekten gittikten sonra okuyup bilgilendirmeyi gerektiren bir tur oldu bizim için.

''Balkanlar'da 15 Günde Devr-i Alem'' yazı dizisinin bölümlerine aşağıdaki şehirlerin isimlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.

* YOLA ÇIKIŞ VE KAVALA,  Kavala'nın kalesine kadar yürüyünüz
* ÜSKÜP, çarşısını gezin. Köftelerinden yiyin, limonatasını için.
* TETEVO, Alaca camiyi ve Harabati baba tekkesini gezin. 
* PRİZREN, Kosova’nın en güzel yeri. Faytonla büyük şehir turu yapın.
* SARAYBOSNA, Başçarsıyı gezin. Hatta tabiri caizce kaybolun Başçarşıda.
* MOSTAR, Demodino otelde kalın. Çok memnun kaldık.
* DUBROVNİK, burayı görmezseniz çok şey kaçırırsınız. muhakkak görün ve Adriyatik’de denize girin.
*BUDVA. Deniz kenti. Akşamları sahile inin.
*KOTOR güzel bir sahil yolu. Arabayla girip çıkma şeklinde de olsa burayı gezin.
* ARNAVUTLUK, yol güzergahı olmasa görmeseniz de olur ama mecbursunuz.
* OHRİ Her yer güzel ama Ohrid bir başka güzel.
* RESEN  Ahmet niyazı bey konağını gezin. 
* MANASTIR Atatürkün askeri okulunu gezin.

* EDESA Su şehri Edesa’ya muhakkak uğrayın. Mümkünse içinizde mayonuz olsun. Şelalenin altında aldırış etmeden ıslanın. * SELANİK Atatürk’ün doğduğu evi gezin

Serpil Gül

Yazar Hakkında

Serpil Gül

Seyahat etmeyi seven, seyahati gençlerde eğitimin, yaşlılarda görgünün bir parçası sayan, ailece gezmekten zevk alan, gezdiği yerleri de not alıp başkaları da iyisinden kötüsünden bilgilendirmeyi s